İnsanın hayat yolunda karşılaştığı en büyük sorulardan biri şudur:
“Ben elimden geleni yaptım; peki sonrası kime aittir?”
Bu sorunun cevabı, Rabbimizin insana uzattığı en yumuşak, en merhametli eldir: Tevekkül.
Tevekkül; vazgeçmek değildir.
Bir kenara çekilip kaderin insana yön vermesini beklemek hiç değildir.
Tevekkül; çabayı Allah’a emanet etmek, sonucu O’nun hikmetiyle teslim almaktır.
İnsanın kudreti sınırlıdır; görmesi sınırlıdır; anlayışı sınırlıdır.
Ama Rabbi sınırsızdır.
İşte tevekkül, sınırlı olanın sınırsız olana dayanma arzusudur.
İnsan ve Acziyet
İnsan, acziyetini fark ettiği gün büyür. Çünkü aciz olduğunu bilmek, Allah’a yaklaşmanın ilk adımıdır. Kendi gücünü mutlak zanneden kimse, tevazunun kapısından içeri giremez; içeri giremediği için de tevekkülün tadına varamaz.
Oysa kul bilir ki:
Toprağa düşen bir tohum bile, suyun içinde saklı rahmeti görmeden filizlenemez.
Bir rüzgârın yönünü değiştirecek gücü yoktur insanın; fakat rüzgârın ardındaki hikmeti anlayacak bir gönül vardır onda.
Tevekkül, işte bu acziyetin farkındalığıyla başlar:
“Ben elimden geleni yaparım; geri kalan Allah’ındır.”
Sebebe Sarılmak ve Sonucu Teslim Etmek
Tevekkülün iki kanadı vardır:
- Sebebe sarılmak:
Akıl yürütmek, çabalamak, çalışmak, yollar aramak, gücünü kullanmak. - Neticeyi Allah’a bırakmak:
Sonuç ne olursa olsun sabırla karşılamak, hikmete güvenmek.
Sebep olmadan tevekkül olmaz. Sonucu zorlamadan da tevekkül olmaz.
Sebep, kulun gayretidir; sonuç ise Rabbin iradesiyle tecelli eder.
Bir çiftçi düşün:
Toprağını sürer, tohumu eker, sulamasını yapar.
Ama yağmuru yağdıracak olan o değildir.
Güneşi doğuracak olan da o değildir.
Yine de elinden geleni yapar; çünkü bilir ki Allah gayreti sever.
İşte tevekkül, bu bilincin ruh hâlidir.
Kalbin Sükûnu
Tevekkül eden kişi, kalbinin ortasına bir sükûnet çiçeği dikmiş gibidir.
Dışarıda fırtınalar kopsa da, iç dünyasında bir dinginlik hüküm sürer.
Çünkü kalbini Allah’a yaslayan bir insan, dünyanın ağırlığını kendi sırtında taşımaz.
Sırtındaki yük hafifler, nefesi genişler, bakışı berraklaşır.
Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
“Kim Allah’a tevekkül ederse O, ona yeter.” (Talak, 3)
Bu ayet, tevekkülün kalpte nasıl bir güven duygusu yaktığını anlatır.
Kul, kendine değil; kudreti ve hikmeti sonsuz olan Rabbe dayanır.
Hikmetle Bakmak
İnsanın çoğu zaman karşılaştığı olayları anlamakta zorlanması, tevekkülsüzlüğün bir işaretidir. Çünkü insan, gördüğü kadarını bilir; Allah ise görülmeyenin sahibidir.
Bazen gecikmiş bir kapı, bir insanı felaketten korur.
Bazen istemediği bir yolculuk, onu büyük bir nimetle buluşturur.
Bazen kayıp gibi görünen bir olay, daha hayırlı bir başlangıcın anahtarıdır.
Tevekkül, “neden böyle oldu?” sorusunun yerini “Rabbimin bunda bir hikmeti vardır” sözüne bırakmasıdır.
Sabır ve Tevekkülün Kardeşliği
Sabır, tevekkülün gölgesidir.
Sabır olmadan tevekkül olmaz; tevekkül olmadan sabır olmaz.
Sabır, zamanın terbiyesidir.
Tevekkül, kalbin teslimiyetidir.
Sabırlı olan insan, acele etmez; sonucu zorlamaz; hayra güvenmeyi bilir.
Tevekkül eden insan, bekleyişin içinde derin bir huzur bulur.
Sabır olmadan beklenti, insanı tüketir.
Tevekkül olmadan sabır, insanı taşlaştırır.
Bu iki erdem birleştiğinde ise kalp olgunlaşır; nefis terbiye olur; iman derinleşir.
Dua ve Tevekkül
Dua, tevekkülün nefesidir.
Duasız tevekkül kuru bir bekleyiştir;
tevekkülsüz dua ise teslimiyetsiz bir dilektir.
Bir kulun duası, Rabbine uzattığı bir kapıdır.
Tevekkül ise o kapının açılacağına olan güvendir.
Dua eden kişi bilir ki:
Allah, kulunun kalbinden yükselen fısıltıyı bile duyar.
Kul bir şey ister; ama Rabbimiz ona bazen daha iyisini, bazen daha hayırlısını, bazen de vakti gelince verilir.
Bu yüzden dua eden insanın kalbi asla umutsuzluğa düşmez.
Çünkü bilir ki Allah geciktirirse hikmetinden, azaltırsa lütfundandır.
Rızık ve Tevekkül
İnsanın en çok endişe ettiği konulardan biri rızıktır.
Oysa rızık, insanın değil, Rabbimizin teminatı altındadır.
Kuşlar sabah yuvalarından aç çıkar, akşam tok döner.
Çünkü Allah onların rızkını kendi üzerine almıştır.
Kulun görevi çalışmaktır.
Rızkı veren Allah’tır.
Rızkını kendisinin belirlediğini düşünen insan, sürekli kaygı içinde yaşar.
Tevekkül eden insan ise bilir ki:
“Ben sebeplere sarılırım; rızkımın bereketini veren Allah’tır.”
Sınavlar ve Tevekkül
Hayat, imanın sınandığı bir imtihan meydanıdır.
İnsanın karşılaştığı her zorluk, tevekkülünü ölçer.
Sıkıntılar, insanı kırmak için değil; onu olgunlaştırmak içindir.
Dertler, kulun Rabbine yaklaşması için bir vesiledir.
Bir müminin başına gelen her olayın ardında bir mesaj vardır:
“Daha sabırlı ol.”
“Daha güçlü ol.”
“Daha saf bir yürekle Rabbine bağlan.”
“Daha çok tevekkül et.”
Bazen bir kapının kapanması, insanın yanlış bir yola girmesini engeller.
Bazen bir kayıp, insana daha büyük bir nimetin yolunu açar.
Bu yüzden mümin, zorlukta tevekkülü bırakmaz.
Çünkü bilir ki imtihan, rahmetin başka bir yüzüdür.
Kalbi Allah’a Teslim Etmek
Tevekkül; aklın, kalbin ve iradenin birlikte Allah’a yönelmesidir.
İnsan, hayatın içinde yürürken çok şey düşünür:
“Yetişebilir miyim?”
“Başarabilir miyim?”
“İyi sonuç alır mıyım?”
“Doğru yolda mıyım?”
Bu sorular, insanın zihnini yorar.
Ama tevekkül eden insan bilir ki:
“Ben çalışırım; sonuç benim değil.”
Kalbindeki yük hafifler, düşünceleri berraklaşır.
Çünkü kulun kendi gücü değil, Allah’ın kudreti belirleyicidir.
İçsel Huzurun Sırrı
İnsanın aradığı huzur, bazen bir evde, bazen bir şehirde, bazen bir işte aradığı şey değildir.
Huzur, kalbinin Rabbine dayanmasıdır.
Tevekkül eden bir insan, kaygılarını zincirler gibi bağlar ayağının altına.
Çünkü bilir ki:
“Ben elimden geleni yaptım; Allah dilerse olur, dilemezse olmaz.”
Bu teslimiyet, insanı özgürleştirir.
Huzur, özgürlüğün bir armağanıdır.
Tevekkülün Ahlakı
Tevekkül, insanın davranışlarına da yansır.
Tevekkül sahibi bir insan:
- Acele etmez,
- Kırıcı konuşmaz,
- Umutsuzluğa kapılmaz,
- Kedere teslim olmaz,
- Kararlarında ağırbaşlıdır,
- İmtihanlara karşı vakurdur.
Çünkü bilir ki Allah’ın planı, insanın planından üstündür.
Tevekkülün Müjdesi
Tevekkül eden bir mümin için müjde açıktır:
“Allah, kuluna kâfidir.”
Bu cümle, Kur’an’ın kalbe indirdiği en büyük güvendir.
Kulun yolunu O açar, rızkını O genişletir, gönlünü O ferahlatır.
Bir insan Allah’a teslim olduğunda, dünya onun için daralmaz.
Aksine, hayatın akışı daha anlamlı hâle gelir.
Sonsuz Kudretin Gölgesinde Yaşamak
Tevekkül, insanın ilahi kudretin gölgesinde yürümesidir.
Bu gölge, ne sıcağın kavurucu etkisine izin verir, ne de fırtınanın savurmasına.
Kul, gölgenin sahibine güvenir:
“Rabbim beni korur, beni bilir, beni görür.”
Bu bilinç, insanın ruhuna bir elbise gibi giydirir sükûneti.
Tevekkülün Zirvesi: Allah Bana Yeter
Tevekkülün en yüksek makamı şudur:
“Allah bana yeter.”
Bu cümle, bir müminin hayatındaki en büyük güven beyanıdır.
Her şey üzerine gelse bile kulun kalbi yıkılmaz.
Çünkü bilir ki:
Allah varsa imkânsız yoktur.
Allah varsa yalnızlık yoktur.
Allah varsa umut tükenmez.
Tevekkülün zirvesi, işte bu teslimiyetin içinde saklıdır.
SON SÖZ
Tevekkül, bir kalbin Allah’a yaslanmasıdır.
Bu yaslanış güçtür, huzurdur, diriliştir, teslimiyettir.
İnsanı hem hayata bağlar, hem Allah’a yaklaştırır.
Kul çabalar, Rabbi takdir eder.
Kul yürür, Rabbi yolu açar.
Kul dua eder, Rabbi cevap verir.
Tevekkül eden insan bilir:
“Ben elimden geleni yaparım; gerisi Rahman’a emanettir.”